Üç ayaklı yüksek bar masalarının ortasından geçip dördüncü masaya oturdu, huzursuz bir kertenkele gibi bekledi. Kol saatine bakıp zamanı yoklar gibi yaptı. Saati yoktu, öyleymişcesine bakındı yine de. Şöyle bir etrafı kolaçan etti. İz bırakan herhangi birşeyi, zihnindeki karmaşayı dağıtacak yeni bir fikir deryasının ilk ilhamını etrafından alamadı. Üzgün de olsa hep dik durmaya alışık olduğu için, gönlündeki aslan onu hep bir cazibe merkezi haline dönüştürüyordu. Farkında olmadığından değil, böbürlenmenin fazlaca bir görgüsüzlük olduğunu daha çok küçükken dedesi kulağına fısıldadığı için, hep bir yapay tevazu içinde kalırdı, yine o halinden ördüğü çemberin dışına bir adım dahi çıkmadan bir yudum daha aldı, adının zor telaffuz edildiği bir meksika içeceği önünde, içinde bulunduğu çerçeveyi tamamlıyordu. Söz konusu pink olunca onu tamamlayan nesnelerde, onun gücüne ve görkemine an be an zerafet katan unsurlarda eksik diye tabir edilen hiç birşey olamazdı. Servitorka, ortalıkta pembe bir sırıtma ile salınırken, bir karar vermeye hazırlanan insanların bir ekşiyip bir buruşan ve yerini boş bakışlara bırakan yüz ifadesi, aynaya yansıyabileceği en gerçek şekliydi;
Sessizce ve usulca olduğu kadar, aynı sessizliğin gücü ile bir o kadar kuvvetlice inledi. Kimseye duyuracak değildi. Böyle anlarda canti kıyafetleri, serseri kaşları bakımsız ama bir o kadar da çekici gösterdiğine inandığı saçları ile kadın olsa saba melikesi belkıs dedirtecek sevimli mi sevimli suratına taktığı maske ile takside, otobüste, hastanede herhangi bir yerde herhangi bir insanın olduğu her mahalde dolanırken, kalabalığın içinde ağlamayı çok iyi biliyordu. Servitorka kadehini önünden koparıp alırcasına kaldırdığında giriştiği sevecen ve neşeli sohbet halinde bile içini ağlatabilen belden damgalı bedeninde koskoca bir coğrafya’ya kokusuz terini ve özünü hapsetmiş bir portakal kabuğu idi. Deliydi o, sadece deli. Kişiden kişiye kılıktan kılığa kim bilir kaç coğrafyayı peşinden sürükledi. Bu satırları yazana da görkemli yansımasını izlemekten öte bir şey olmadı.
BİLMİYORUM.
(Üzerine son söz söylenmemiş bir oyunda, senaryoyu yazan noktayı koyar gibi görünse de, yazılmış olanda geçen
aynı anı,aynı dramı,acıyı, kahkahayı kimin nasıl evireceği de belli olmaz sanırım.)
7.1.2013 05:00
dib’in notu:
“(All I wanted from you, was a night, maybe two! You beat me in my own game, no it's not okay! (Walk walk walk)” ÜZERİNE yazılmış bir esinti…
