Ocak 07, 2013

“Pinkdinlerken,”,:diye tasvir edildin bu gece

Üç ayaklı yüksek bar masalarının ortasından geçip dördüncü masaya oturdu, huzursuz bir kertenkele gibi bekledi. Kol saatine bakıp zamanı yoklar gibi yaptı. Saati yoktu, öyleymişcesine bakındı yine de. Şöyle bir etrafı kolaçan etti. İz bırakan herhangi birşeyi, zihnindeki karmaşayı dağıtacak yeni bir fikir deryasının ilk ilhamını etrafından alamadı. Üzgün de olsa hep dik durmaya alışık olduğu için, gönlündeki aslan onu hep bir cazibe merkezi haline dönüştürüyordu. Farkında olmadığından değil, böbürlenmenin fazlaca bir görgüsüzlük olduğunu daha çok küçükken dedesi kulağına fısıldadığı için, hep bir yapay tevazu içinde kalırdı, yine o halinden ördüğü çemberin dışına bir adım dahi çıkmadan bir yudum daha aldı, adının zor telaffuz edildiği bir meksika içeceği önünde, içinde bulunduğu çerçeveyi tamamlıyordu. Söz konusu pink olunca onu tamamlayan nesnelerde, onun gücüne ve görkemine an be an zerafet katan unsurlarda eksik diye tabir edilen hiç birşey olamazdı. Servitorka, ortalıkta pembe bir sırıtma ile salınırken, bir karar vermeye hazırlanan insanların bir ekşiyip bir buruşan ve yerini boş bakışlara bırakan yüz ifadesi, aynaya yansıyabileceği  en gerçek şekliydi;

Sessizce ve usulca olduğu kadar, aynı sessizliğin gücü ile  bir o kadar kuvvetlice inledi. Kimseye duyuracak değildi. Böyle anlarda canti kıyafetleri, serseri kaşları bakımsız ama bir o kadar da çekici gösterdiğine inandığı saçları ile kadın olsa saba melikesi belkıs dedirtecek sevimli mi sevimli suratına taktığı maske ile takside, otobüste, hastanede herhangi bir yerde herhangi bir insanın olduğu her mahalde dolanırken, kalabalığın içinde ağlamayı çok iyi biliyordu. Servitorka kadehini önünden koparıp alırcasına kaldırdığında giriştiği sevecen ve neşeli sohbet halinde bile içini ağlatabilen belden damgalı bedeninde koskoca bir coğrafya’ya kokusuz terini ve özünü hapsetmiş bir portakal kabuğu idi. Deliydi o, sadece deli. Kişiden kişiye kılıktan kılığa kim bilir kaç coğrafyayı peşinden sürükledi. Bu satırları yazana da görkemli yansımasını izlemekten öte  bir şey olmadı.

 

BİLMİYORUM.

(Üzerine son söz söylenmemiş bir oyunda, senaryoyu yazan noktayı koyar gibi görünse de, yazılmış olanda geçen

aynı anı,aynı dramı,acıyı, kahkahayı kimin nasıl evireceği de belli olmaz sanırım.)

7.1.2013 05:00

dib’in notu:

“(All I wanted from you, was a night, maybe two! You beat me in my own game, no it's not okay! (Walk walk walk)” ÜZERİNE yazılmış bir esinti… 

haayır imitasyon :)

Ağustos 24, 2011

Özlediğim gibiydin

Herşey aynı, güzel çizgilerini bozmamış zaman, daha fazla hayran olamazdım. Karmaşalarımla geldim sana, ne çözüldü ki, hiç birşey hallolmadı yine eksik sohbetler, gizli saklı yüzler, sahte sözler kaldı geriye, yine açamadım kendimi, özlediğim gibiydin, acilde acil kahve molası olarak kalmasaydın ya, içim acımasa ya artık, unutsam mesela seni, sapkıın olmasam bu kadar…Peki ya ne olsam =)=) Kızma bana, deliliği hep yakıştırdılar bu bedene ben de sana yaftaladım.

Ağustos 11, 2011

agg

Hayat yuz surulmeyecek kadar kasiklarda
Published with Blogger-droid v1.7.4

Haziran 06, 2011

Kurumlar Böyle mi Çalışmalı ? (TDK Sorunu)

        318976_2

        Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi olduğum yıllarda, Ankara DTC Fakültesinde devam ettiğimiz dersleri yöneten öğretim görevlilerinin bir çoğu üniversitedeki görevlerinin yanında, Türk Dil Kurumunda da yoğun çalışmalar içindeydi. Hatta bir kısmı kurum üyesi,idari görevleri olan hocalarımızdı. Kuruluşundan bugüne TDK'nin bir ekol oluşturduğu bir gerçektir. Kıymetli çalışmalarını, bugüne kadar elde edilen birikimi göz ardı edemeyiz.
          Dil tartışmalarında esas tutum, her zaman bir taraf tutmak demektir. En azından Cumhuriyetten bugüne bakıldığında, bir görüşü savunanla farklı bir görüşü savunanın siyasi ve ideolojik olarak da ayrıştığı noktalar vardır. İşte bu farklı görüşlü,taraflı dil uzmanları bugün başka başka kuruluşlarda faaliyet göstermektedir. Dil Derneği,Türk Dil Kurumu gibi kuruluşların birçok görüşte ayrışması kime ne fayda getiriyor. Türk Dili açısından son dönemde atılan aklı selim çabaları saymak gerçekten zor diye düşünüyorum. Kıyısından bucağından Türk diliyle ilgisi olan, Türk Dil Kurumunun varlığından haberdar olan kişiler, Türk Dil Kurumunun şeffaf çalıştığından emin miyiz ?
           Her türlü gelir,girdi, çıktı vb. TDK kalemleri şeffaflıkla topluma yansıtılmıyor bile, arada yapılan basit bir kaç faaliyet bilim diye yutturuluyor. Sanal dünyada türkoloji topluluklarının mecralarında, gönderdikleri  iletilerde, alana sahip çıkmaktan söz ediliyor, hangi alana diye sormak lazım. Öyle bir alan mı bıraktılar bu ülkede? Bu ülkede Türkçeye en büyük ihaneti Türk Dil Kurumu yapıyor.
            Türkçe Sözlük YD(yoğun disk=cd) ortamında satışa sunuldu, bu proje için kim bilir ne kadar kaynak ayrıldı,ortaya böyle iğrenç bir ürün mü çıkmalıydı, sözlükçü zat-ı muhteremler "merriem webster,robber,redhouse vb." sözlüklerinin benzerlerini hiç mi incelemezler ki ağızlara bir parmak bal niyetine sürülmüş o çocuk oyuncağını elimize veriverdiler. Türkçenin tarihsel sözlüğünde de daha sonra ayrıca anlatmak istediğim daha derin bir açmaz bulunmaktadır. Bu da işin cabası.
             Alana sahip çıkmak denildi, kurumlar kan ağlıyor, rantını sağlayan sağlıyor, TDK siyasi bir oluşum olarak çalışmaya devam ediyor, işte zavallı türkologların alana sahip çıkışı...
Hüseyin Derviş

Nisan 01, 2011

Biri Beni Anlatmış

Kendini dinlemek kolay iş değildir elbet.
Sözcüklerin bir çağrıya kulak vermesi...
Toparlanıp bir araya gelebilmesi...
Bütünleşip sağlamlaşabilmesi...
Önce vicdanına sonra yüreğine bomba niyetine düşmesi...
Sicil temiz ise vidanın gönül rahatına ermesi...
Yürek derin ise duygulanımın hareketlenmesi...
Duygular o derinlere sığamayacak kadar taşkın ise
dışavurumun kaçınılmaz esintisi...
O esintinin içinde delişmen bir adamın silüeti...
Kendi estirdiği rüzgarın içine o denli yakışan bir adam üstelik.

Ağustos 31, 2010

İnanna –2

        Yarım kalmış yareleri hesap edip tüm yazılanların sonuna bir zeyl attırmak gerek. Öyle diyorum ! Anlamını yitirmesin diye sevgilimin nağmeleri, bu sefer bir ek yapmayacağım. Eksiz köksüz nitelemelerde bulunacağım. Ağızlıklı sigaramın tütünü dolarkan içime, geçmişten esiyor cümleler, TÜTÜN; Kız saçı demişler ona, renginden ve salkım saçak bir arada duruşu ve miskler gibi koktuğundan sebep. Tütün kokusu üflendi içime, aşk da sevda da rezil oldu gitti. Sarı ayva kızıl nar , söz verip de almadın vıdı vıdı, tını mını , gıdı gıdı, ah uh oh , kah kih keh, duvardan duvara çarpan, çarpınca değil ! Çıktığı yerde anlamını yitiren tınılar dolaşıyor etrafımda, çağrışımdan uzak belleklere kazınılası destanlar geride şöyle bir bekleye dursun, mekanik çağın, garnizon hükümleri damoklesin kılıcı gibi tepelerde parıldasın; Yansın, yaksın, kessin, kan aksın, buram buram dumanı tüten al kanlar sarsın, sulasın gamsızın gam yemez bülbüllerinin öttüğü çiçekli dallı meyve bahçelerinin kahpe toprağını, ben bana sen bana biz bize; gönülden gönüle akan bir yolumuz var ya nasıl olsa, varsın anlamasınlar; varsın bu dünyanın kahpesi biz olalım! Lütfedercesine =)

elma

İNaNNa ve DAvO

Mimari bir güzelliktir, görebilen gözlere hitap ettiği gibi bakan gözlere de hitap eder. Çatallaşan merdiven geçitleri olsun, dalgınlaşan duvar modelleri olsun, zindanlaşan bodrum trabzanları olsun. Hepsinin içinde ayrı şeyler yatar her daim. Legilimens diye bağırası gelir insanın bir yerde, ama yetisi olmadığından dolayı sadece istemekte kalakalır.

İnanna, sevgilim. Boğuştuğun bir şeylerin var senin, benimle beraber yaşlanıyorsun, aynı ruhlarla dans etmesek de benzer ruhları yakalıyoruz, sen medyum ben kahih, sen azrail ben melek. İnanna, gözlerimdeki ateşin yegane sahibi, sebebi. Bacaklarım yanıyor, bir türlü dur diyemiyoruz hayatın dalgalarına. Yetmiyormuş gibi daha da körüklercesine üstüne üstüne sularla gidiyoruz. Yazılarım özelleşiyor günbegün ve yeni kaderler yazılmak için çırılçıplak önümde. Çocuk gibi, safça, tertemiz, güneşin temsil ettiği sıcaklık ve temizik gibi. Ben o kadar saf değilim sevgilim, ben iyiyi kötünün içinden çekip de yazarım, kötüyü iyinin içinden. Aşkı şeytanın yüreğinden, o vazgeçirme bağlılığından alır da yazarım, ihaneti nerden yazdığımı ise söyleyemem, kainatı yakmış olurum söylersem.

İnanna, sevgilim.

Hadi gel, ikimiz beraber Everest’e çıkalım. Kurtların ulumalarını işitirken biz kahkahalara boğulalım, senin güzel sesinden çığ düşsün istiyorum, şarkı söyle istiyorum orada. Sen şarkı söylediğin zaman ben karlar altında kalır inşa edilmiş huzura vururdum başımı ve dinlenirdim bol bol, doya doya. Şarkı söyle de doğa anlasın neden huzura eriştiğimi, söyle çekinme. Ezilmeyiz merak etme, sendeki güneşle bendeki ateş dünyayı eritir biraz kar kütlesi bizim için nefes vermek gibi olur. Sevgilim, yolculuklarını özledim, her gördüğün detayda beni düşünüp benim onu hissettiğim zamanları özledim, gel.

Powered By Blogger

İzleyiciler

About Me

Fotoğrafım
Türkiye
Bir Tutku oyunudur hayat, çelişkiler sarmalında... Ben Çocuktum, kanatlandım. Ben çocuktum kırıldım da iyileştim. Hatta! Ben boğaziçinde akıntısız bir vapurdaydım, simurglar kanat çırpardı içimde. Tanrı ile tavla oynamışlığım vardı. Ben eskidendim. Ben yenidendim, Hışırtılı bir yansımaydım gönüllerde, bütün süprüntülerime selamlar...

About me



Kurcala