Yedi’de takıldım kaldım. Ağır aksak adımlar attım. Aklım başıma gelir dedim. Bu düzensizlik benden peydah olmamışken daha, on iki’de yeni bir adım, yeni bir soluk. Buhurlu masallar anlattım kendime, tebeşir atışındaki isabet yeteneği bende durdu bir süre, on beş’te, on ikiden getirdiklerim de vardı yanımda, yeni mırıltılar da vardı. Hiç bilmemişken kendi varlığımın anlamını ve nedenini. Acı bir solukla, yeni bir mutlulukla gelen on sekizin tıkırtılarıydı. Ayağım yeri gıdıkladı ve genetik bölünme gerçekleşti. Kalyanamkara ve Papamkara oldum bir süre. Yeni masallar öğrendim. Hem de göç eden masallar, öyle ki Hindistandan çıkıp, korkunç İvan’ın sandalına binip, Grimm KArdeşlere fısıldanmış, hayatın anlamı budur! Saygı duy köpek ! dercesine.
Tornaya girmemiş direklerin ayakta tuttuğu görkemli kalelerin saray diye yutturulduğu diyarları sezdim. Ne diyordu Ziya ! Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler kâşâneler gördüm. Dolaştım mülk-i islâmı hep vîraneler gördüm. Yirmi iki geldi. Ruh üşüdü, ben yandım. Çilekli dedi yandım. Gömleğimden aldığım cesaret dedi taptım. Yaseminler tüter mi hala dedim. Sustu. Ve adam sustu. Böyle de anlatılmazdı ya bu! Zîra bağlaçla cümle başlamaz derlerdi hep. Yirmi üç geldi, ömrümün en aşağılık yılı, Ruh üşüdü. Kimse bilmez, kimse anlamaz dedim ya bir kere. Ortalarda hala geçmedi bu yirmi üç, tenlerin seçimine yenik düştü. Yeni dostluklar, yeni hayatlar keşfetme çabası, evrilip gidiyor hayat işte, artık hatırlamıyorum seni. Bir kadın, bir erkek ve bir erkek daha, toplumsal günahımızın iç sızıltısı, yirmibeşin penceresinden yirmisekizin sonuna methiyeler düzmek var amma! Ve ruh üşümesi… koynumda bir Lut’un oğlu, merak etme hâla Tanrı benimle.
Yirmi altıda düştü aklıma, geçen günahların muhakemesi, suç ve ceza’yı yeniden okumak gibi birşey. Savunma yok ! Yakarış yok ! Yağmurları senin üstüne yağdıran Tanrı kadar pişmanım şimdi. Bilemezdim, bilemezdi.
