Kalabalığın odunsu yoğunluğu içinde düşüncelerimi yaprak yapıp yeşerircesine ilerlerken araya giren kurtçuklar gibi sallanan tuhaf varlıkların arasından sıza sıza yollardan yürümeye çalıştım. Yağmur gibi yağan düşüncelerin zihnimdeki kuraklığı ne denli verimli hale getirdiğini düşünürken kara bir güneşin göğümde yükselmesiyle suların donduğunu anladım. Suda temizlemezdim ben kendimi, suya dökerdim kelimelerimi, suyu başka kullanırdım, karanlık güneş çırpınıyormuş gibi üstüme düşercesine zihnime girince bir kez olsun deneyeyim dedim suda temizlenmeyi. Günahlarımı aldım çim yeşili duvarlarımdan, aralarına sevaplarım da karışmış ve kara güneş suyunda bir bir yıkadım onları, siyahın zifiri hali gibi parladılar, günah diyemedim sevaptan öte bir hal aldılar. Yukarı, başımın üstüne koyup da taşımak istedim onları, çim yeşili duvarlarıma koymak anlamsızdı artık, duvarı yıkasım geldi çirkinliğinden dolayı. Yeni bir güzellikti bu, tertemizdiler günahlarım, kara güneşte yıkandılar, onun izlerini taşıyorlar onun sıcaklığını buz gibi hissettirerek yakıyorlar. Bir alev gibi etrafıma astım onları, ısıtmıyorlardı beni, soğuk halleri içimi donduruyordu, sevgiye başka anlam katıyorlardı, bana başka, kara güneşe başka.
Ona armağan etmek istedim ama biliyordum kabul etmeyeceğini, anlattım sadece, anlatmakla yetindim, yitirdiklerim arasından eleyerek seçtiğim günahlarımın ne denli saf ve kirlenmemiş olduklarından bahsettim. Kar güneş ilk seferde kulak kesilmedi bana, inanmadı, yalanladı. Susmadım, devamı daha da hoşuna gidecektir diye anlattım durdum. Günlerin nasıl geçtiği belli değildi ne de olsa, ne ara gündüz ne ara gece önemli değildi, kara güneş gelmişti, zaman onun ellerinde sıkışmıştı. Önemsediklerim başkaydı benim, onunkiler bambaşka. Kara güneş de biliyordu tüm bunları ama inanmıyordu ya bana, göstererek yaşadım huzurunda anlattıklarımı. Tekerrür cisme büründü, kara güneşe sundu kendini, karanlığına gömülmeden son kez gözlerini dikip baktı güneşe, kara güneş sustu, utandı, utanmasa kızaracaktı ama gururu vardı, belli etmeden gizledi, gizledi gizlemesine ama ben anladım, o başka ormanların üstündeki damlalarla uğraşırken ben onu gözetledim, onu okudum durduğum yerde, gökte olması zorlaştırmış olsa da isteyince yapılabileceğini biliyordum, istedim zorluklarının kağıt kesiği acısını ölü insan acısıyla harmanlanarak bilinmesini, ben öyle bildim, kendimindi sanki o acılar, öyle istedim, öyle yaşadım. Kara güneş fark etmeden ben onun içine işledim. Başka damlaların buğulu perdelerini aralamaya çalışırken inceden kazıdım onu içime, onun özüne de birkaç tohum attım o bilmeden, ne tohumu olduğunu söylemedim ona, hala bilmez belki de. O koca duvarlarını aştım, yıkmadan geçtim, dizlerimde kandan izler, avuçlarımda donmuş kanlarla dikenli yollarından geçerek attım o tohumları, o görmesin diye uykusunu gözledim. Ara ara kendi gözlerim kapandı o açtı, onunkiler kapanınca ben araladım. Tekerrür son kez gözlerini dikip baktı kara güneşe. Kara güneş utandı, bana inanmamıştı ama ben ona yalandan anlatmamıştım, görünce anlamıştım bende başka bir hayat alacağını o bilmeden ben bilmiştim. Ondan önce kazıdım ben günahlarımı toprağa, önce tekerrür cisim buldu, sonra kara güneş cismini bana bürüdü ben kara güneşe. Karşıdan bakılınca karıştık, karmaşıklaştık biz ama içimizde bütün dengelerimizi biliyoruz kara güneşle. Tüm köklerin nereye nereden bağlı olduğunu biliyoruz, günahların üstüne ekili olduğu toprağın altındaki kökler görünmezler, biz görüyoruz ve nereden başlayıp nerede bittiğini kendimiz kadar iyi biliyoruz, günahlarımız kadar iyi tanıyoruz.
Kara güneş bende cisim buldu, hangimiz kara hangimiz güneş bilmeden birbirimize dolandık biz, o inanmamışken kazımaya başladım ben, inanınca kazınma başka anlam buldu, tekerrür başka bir cisme büründü…
Buhur’dan Hüseyin’e 07/02/2010 02.56

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder