Dostum geldi. Kahveler, eğlenceli sohbetler, gullümler ve lady gaga alejandro ….
Mart 26, 2010
Mart 23, 2010
Dönüşüm
Nasıl da dönüşüveriyor herşey; üzgünken mutlu, mutluyken kızgın olabiliyor insan. Dün gece gençliğe elveda ! diye, böğürüp duran Bülent Ersoy sedası, yaramaz bir çocuk hışırtısıyla bölündü,derken tınılar değişti, amy winehouse iniltisi sardı odamı. İlk başta zıt ve itici görününce gözümde uyku daha tatlı canlandı. Az kalsın uyumayı tercih edecektim. Birden ciddiye aldım onu öylece rüzgarına takıldım. Neden sonra ayılmışım, kendimi bile kaptırmışım haberim yok. Garip bir heyecan, bir garip koşuşturmaca ve ben yollarda hesapsızca umarsızca peşinden gittim. Gönül tutulmak istiyor ama nafile zor iş, zor hayat,:( Vay be neydi o kahve karası gözler…
Mart 22, 2010
Dumandır bu Duman dağılsın artık !
Tutarsın ellerinden ayaklansın diye bir insansı yavrunun, filiz versin diye uğraşırsın bir bitki. Toprağı debeler durursun. Kimedir bu topsuz tüfeksiz savaş. İnsana mı ? Toprağa mı ? Tanrıya mı ?
Alnın çizikli yollarında toprak ananın merhametini bulduğunu sanan bir rencber gibi vakarlı durmak yeter miydi ki ? Hayatta bana yetecek ve az geleceklerin hesabını yapamıyorsam artık, yıldığımdan ve yenildiğimden değil, yeni bir ruh ve solukla gözlerimin dolmaması, kalbimin çarpmayı bıraktığından hiç değil. Öykünmek istediklerime gülerken, hem de geçmiş sevdaların acılarını bile yaşamışken, nedense aşkın kaç kişilik olduğuna karar verilmemişken. Şu zamanda hangi düzenin uyruğuna geçmeliydim. Bilmiyorum. Sadece, anlamlı ışık dolu bir bakış arıyorum. Gözlerden doğan ışık demeti gibi, tilkinin aşkı gibi bir aşk. Sinsi derler ona, kalp değil mi atan, sinsiler de sever halbu ki! Ah ne ahmaklıktır. Yaş otuzbeş yolun yarısı denilen zamanlar; çağlarca öncede kalmış gibi dibimizde dururken, otuzbeş de buçuk olmuşken, hatta otuzbeş bölü iki olmuşken, buçukları bölmüşken hem de, yarım asırlık buçukluk sevdalara öykünürken ben, sevda kasıklarda başlayıp sona erermiş meğer! “Aaah kahpe gençlik. =)” Diye naralardı bir teyzem, anlamazlar ki yürek çarpıntısını, delilik işte! Zaman deliyken aptalların mayasına delilik iksiri katmak hesabında, zaten her insanın biraz pintiliği tutar.
Mart 03, 2010
Zarafet
Kördüğüm kelimeler, kustum geçenlerde… Ne çok dolmuş içim, sanki yarım bile olmadı daha bulutlarım patladı. Gürlemeden döküldü. Andezitleri okşayarak süzüldü logar kapaklarından, bilinmeyen denizlere karışacak belki de ! Eski hesaplarımı kapatmak için çıktım bir nev’i. Kervanını yolda düzer derler ya, işte aynı hesap benimki ! Yolda hazırladım kelimelerimi, davasını savunmaya giden br avukat gibi, süzüldüm Çukur Hüseyinden, uzaklara çook uzaklara, saflığımı yitirdiğim durakları yeniden geçtim. Bir anlamı kalmamış meğer artık! Değişenler de çoktu, dönüşenler de :(:( yine de bir tatlı sohbete bağlanmalıydı bu istek, olmadı, olamadı. Muhataplarım bir bir döküldü. Bir de baktım ben yine bir karar halinde, ben yine bana dönük, ben yine ısrarcı ve vakur. Yürüyorum iflah olmayanların ıslah edilemez sandıkları yollarda yürüyorum yine, ben bana inat sen bana inat, yollarımız birleşmese de ben yine sana vurgun, ben yine sana sevdalı… Gömleğinden aldığın cesaret, bana da bulaştı sonunda.
Mart 01, 2010
~:
Kırmızı diyecektim. Yazı, demeden önce, zihnimde kelebek gibi belirdi kelime görsel bir halde. Dudaklarıma oturmadan önce tenime değmişti.Sonra kırmızı renkli döküldü kelimeler. Eski gizli tutkularımın film karelerinin arasında, anlattım. Gökkuşağının yedi rengini, üşenmedim hatta hiç sevmediğim halde bunları anlatmayı ilk defa sevgiyle anlattım, o yedi seriyi.
Oysa bir bitişti sevgi, yeşil damardan akan kanım, sonsuzluk değildi. Ölüm gibi soluk bir kırmızıydı. Kırmızı dedim de, damperli bir kamyon gürültüsü gibi hücre kapılarımı titretti. Tahammül edemediğini bildiğim dengesiz kahve karası gözler bu gece, bu yedi seriye dayandı. Kibarlık ve anlayış ya da saygıdan değildi. Hıım hımlı bakışlar. Garip bir tarih, benim kırmızı loncama yana yana girdi. Hazır ve cepten sarfedilen sözleri yoktu artık. Kalbime çektim onu, koşamayacağını bilmiyor daha.Fısıldamadım kulağına yaralarını yaralarıma katıp, onu tertemiz bir gökkuşağına boğduğum, TARihin OTlu bulvarında gümüş damlası aşkıma dair bir yazı işte =)=) ~:
Adına dâir üç çizgi (__ __ _)ikisi büyük biri küçük, özüne dâir iki çizgi(__ _)içine dâir (_) tek bir çizgi, yanında sonsuzluk işaretinin olduğu,sonsuza dek var olacağının göstergesi diye ! Çizginin yanında duruyor. Nergal’in sevgisiyle örülmüş, bir yılan bedenine dolanmış halde. Yılandan sebep; kendi güzelliğini göremeyen, o dokunulası teninin çıkardığı sesleri işitmeyen, duman rengi birkaç sevgi. Yanan şey önemli değil. Somut ya da soyut kırmızıdan başlanılabilir. Biteceği yeri belirsiz. Bitmeyen bir yangın, ağlarını kraliçelere ördüren, sevgisini mum sıcaklığına veren, sayılarla oynayıp, kelimeleri rakamlaştıran, harflerle kendine insan yaratan ve onları Nergal’in sevgiyle ördüğü yılanına hediye eden, kendime adadım başlığı altında. ~:
Buhur ve Benden
İzleyiciler
About Me
- Temmuz
- Türkiye
- Bir Tutku oyunudur hayat, çelişkiler sarmalında... Ben Çocuktum, kanatlandım. Ben çocuktum kırıldım da iyileştim. Hatta! Ben boğaziçinde akıntısız bir vapurdaydım, simurglar kanat çırpardı içimde. Tanrı ile tavla oynamışlığım vardı. Ben eskidendim. Ben yenidendim, Hışırtılı bir yansımaydım gönüllerde, bütün süprüntülerime selamlar...
