Ağustos 31, 2010

İnanna –2

        Yarım kalmış yareleri hesap edip tüm yazılanların sonuna bir zeyl attırmak gerek. Öyle diyorum ! Anlamını yitirmesin diye sevgilimin nağmeleri, bu sefer bir ek yapmayacağım. Eksiz köksüz nitelemelerde bulunacağım. Ağızlıklı sigaramın tütünü dolarkan içime, geçmişten esiyor cümleler, TÜTÜN; Kız saçı demişler ona, renginden ve salkım saçak bir arada duruşu ve miskler gibi koktuğundan sebep. Tütün kokusu üflendi içime, aşk da sevda da rezil oldu gitti. Sarı ayva kızıl nar , söz verip de almadın vıdı vıdı, tını mını , gıdı gıdı, ah uh oh , kah kih keh, duvardan duvara çarpan, çarpınca değil ! Çıktığı yerde anlamını yitiren tınılar dolaşıyor etrafımda, çağrışımdan uzak belleklere kazınılası destanlar geride şöyle bir bekleye dursun, mekanik çağın, garnizon hükümleri damoklesin kılıcı gibi tepelerde parıldasın; Yansın, yaksın, kessin, kan aksın, buram buram dumanı tüten al kanlar sarsın, sulasın gamsızın gam yemez bülbüllerinin öttüğü çiçekli dallı meyve bahçelerinin kahpe toprağını, ben bana sen bana biz bize; gönülden gönüle akan bir yolumuz var ya nasıl olsa, varsın anlamasınlar; varsın bu dünyanın kahpesi biz olalım! Lütfedercesine =)

elma

İNaNNa ve DAvO

Mimari bir güzelliktir, görebilen gözlere hitap ettiği gibi bakan gözlere de hitap eder. Çatallaşan merdiven geçitleri olsun, dalgınlaşan duvar modelleri olsun, zindanlaşan bodrum trabzanları olsun. Hepsinin içinde ayrı şeyler yatar her daim. Legilimens diye bağırası gelir insanın bir yerde, ama yetisi olmadığından dolayı sadece istemekte kalakalır.

İnanna, sevgilim. Boğuştuğun bir şeylerin var senin, benimle beraber yaşlanıyorsun, aynı ruhlarla dans etmesek de benzer ruhları yakalıyoruz, sen medyum ben kahih, sen azrail ben melek. İnanna, gözlerimdeki ateşin yegane sahibi, sebebi. Bacaklarım yanıyor, bir türlü dur diyemiyoruz hayatın dalgalarına. Yetmiyormuş gibi daha da körüklercesine üstüne üstüne sularla gidiyoruz. Yazılarım özelleşiyor günbegün ve yeni kaderler yazılmak için çırılçıplak önümde. Çocuk gibi, safça, tertemiz, güneşin temsil ettiği sıcaklık ve temizik gibi. Ben o kadar saf değilim sevgilim, ben iyiyi kötünün içinden çekip de yazarım, kötüyü iyinin içinden. Aşkı şeytanın yüreğinden, o vazgeçirme bağlılığından alır da yazarım, ihaneti nerden yazdığımı ise söyleyemem, kainatı yakmış olurum söylersem.

İnanna, sevgilim.

Hadi gel, ikimiz beraber Everest’e çıkalım. Kurtların ulumalarını işitirken biz kahkahalara boğulalım, senin güzel sesinden çığ düşsün istiyorum, şarkı söyle istiyorum orada. Sen şarkı söylediğin zaman ben karlar altında kalır inşa edilmiş huzura vururdum başımı ve dinlenirdim bol bol, doya doya. Şarkı söyle de doğa anlasın neden huzura eriştiğimi, söyle çekinme. Ezilmeyiz merak etme, sendeki güneşle bendeki ateş dünyayı eritir biraz kar kütlesi bizim için nefes vermek gibi olur. Sevgilim, yolculuklarını özledim, her gördüğün detayda beni düşünüp benim onu hissettiğim zamanları özledim, gel.

Yankı Yinelediği Sesten Güzeldir: L.V. BEETHOVEN'nin CHORAL FANTESY'si ile 9. SENFONİSİ...

Yalçın Güran 

Yankı Yinelediği Sesten Güzeldir: L.V. BEETHOVEN'nin CHORAL FANTESY'si ile 9. SENFONİSİ...

Ağustos 04, 2010

Nergalin oyunu

Hep söylüyorum, insan dediğin basit bir varlık aslında, bu kadar güdümlü ve kolay yöne sokulabilen, her an her tarafa kaypaklanmaya müsait başka bir canlı daha türemediğinden, sevgili tanrımıza şükürlerimizi sunduktan sonra, Nergalin oyunuyla yeni bir rota çizmeye başladığımız günler geldi, yaklaştı iyice=) Bana da heyecan veriyor yeni şeyler artık ! NERgal  daha ilerisini düşünerek nasıl bir sonuçla karşılacağını hesaplamaya çalışıyor, zira çok sabırsız ve zamana riayet etmeye niyetli değil, yine de olabildiğince dayanıklı davranıyor. Daha bir dik ve daha bir bulutlarda uçarken gençlik çağı, ayakları dizlerine kadar toprakta, tezatların ruhu kazanında kepçe ile kaşıktan kaçarken, altına odun atan ULU bir yangının titrek ve tutkulu ateşini söndürme, bir tutam zeka tozu üfleme oyunu icat ettik. Bir ben , bir de nergal bilir bunu, sırrı yok, gerçeği var; yok yok ! aslında gizemli ama kartlar açık anlayabilene, anlayıp da anlamazdan geldiğini sanan köftelere duyurulur; köfte çatalla yenir, sofranın çatalı elmizde olmasa da şeytanın maşası elimizde Nhahahhahaha NErgalime secdeye vardım diye ! =)=)=)

Mart 26, 2010

Misafir

Dostum geldi. Kahveler, eğlenceli sohbetler, gullümler ve lady gaga alejandro ….

Mart 23, 2010

Dönüşüm

Nasıl da dönüşüveriyor herşey; üzgünken mutlu, mutluyken kızgın olabiliyor insan. Dün gece gençliğe elveda ! diye, böğürüp duran Bülent Ersoy sedası, yaramaz bir çocuk hışırtısıyla bölündü,derken tınılar değişti, amy winehouse iniltisi sardı odamı. İlk başta zıt ve itici görününce gözümde uyku daha tatlı canlandı. Az kalsın uyumayı tercih edecektim. Birden ciddiye aldım onu öylece rüzgarına takıldım. Neden sonra ayılmışım, kendimi bile kaptırmışım haberim yok. Garip bir heyecan,  bir garip koşuşturmaca ve ben yollarda hesapsızca umarsızca peşinden gittim. Gönül tutulmak istiyor ama nafile zor iş, zor hayat,:( Vay be neydi o kahve karası gözler…

Mart 22, 2010

Dumandır bu Duman dağılsın artık !

Tutarsın ellerinden ayaklansın diye bir insansı yavrunun, filiz versin diye uğraşırsın bir bitki. Toprağı debeler durursun. Kimedir bu topsuz tüfeksiz savaş. İnsana mı ? Toprağa mı ? Tanrıya mı ?

Alnın çizikli yollarında toprak ananın merhametini bulduğunu sanan bir rencber gibi vakarlı durmak yeter miydi ki ? Hayatta bana yetecek ve az geleceklerin hesabını yapamıyorsam artık, yıldığımdan ve yenildiğimden değil, yeni bir ruh ve solukla gözlerimin dolmaması, kalbimin çarpmayı bıraktığından hiç değil. Öykünmek istediklerime gülerken, hem de geçmiş sevdaların acılarını bile yaşamışken, nedense aşkın kaç kişilik olduğuna karar verilmemişken. Şu zamanda hangi düzenin uyruğuna geçmeliydim. Bilmiyorum. Sadece, anlamlı ışık dolu bir bakış arıyorum. Gözlerden doğan ışık demeti gibi, tilkinin aşkı gibi bir aşk. Sinsi derler ona, kalp değil mi atan, sinsiler de sever halbu ki! Ah ne ahmaklıktır. Yaş otuzbeş yolun yarısı denilen zamanlar; çağlarca öncede kalmış gibi dibimizde dururken, otuzbeş de buçuk olmuşken, hatta otuzbeş bölü iki olmuşken, buçukları bölmüşken hem de, yarım asırlık buçukluk sevdalara öykünürken ben, sevda kasıklarda başlayıp sona erermiş meğer! “Aaah kahpe gençlik. =)” Diye naralardı bir teyzem, anlamazlar ki yürek çarpıntısını, delilik işte! Zaman deliyken aptalların mayasına delilik iksiri katmak hesabında, zaten her insanın biraz pintiliği tutar.

IMG_6681

Mart 03, 2010

Zarafet

Kördüğüm kelimeler, kustum geçenlerde… Ne çok dolmuş içim, sanki yarım bile olmadı daha bulutlarım patladı. Gürlemeden döküldü. Andezitleri okşayarak süzüldü logar kapaklarından, bilinmeyen denizlere karışacak belki de ! Eski hesaplarımı kapatmak için  çıktım bir nev’i. Kervanını yolda düzer derler ya, işte aynı hesap benimki ! Yolda hazırladım kelimelerimi, davasını savunmaya giden br avukat gibi, süzüldüm Çukur Hüseyinden, uzaklara çook uzaklara, saflığımı yitirdiğim durakları yeniden geçtim. Bir anlamı kalmamış meğer artık! Değişenler de çoktu, dönüşenler de :(:( yine de bir tatlı sohbete bağlanmalıydı bu istek, olmadı, olamadı. Muhataplarım bir bir döküldü. Bir de baktım ben yine bir karar halinde, ben yine bana dönük, ben yine ısrarcı ve vakur. Yürüyorum iflah olmayanların ıslah edilemez sandıkları yollarda yürüyorum yine, ben bana inat sen bana inat, yollarımız birleşmese de ben yine sana vurgun, ben yine sana sevdalı… Gömleğinden aldığın cesaret, bana da bulaştı sonunda.  

Честита Баба Марта

26219_333837293657_542943657_3497115_1769153_n

Mart 01, 2010

~:

Kırmızı diyecektim. Yazı, demeden önce, zihnimde kelebek gibi belirdi kelime görsel bir halde. Dudaklarıma oturmadan önce tenime değmişti.Sonra kırmızı renkli döküldü kelimeler. Eski gizli tutkularımın film karelerinin arasında, anlattım. Gökkuşağının yedi rengini, üşenmedim hatta hiç sevmediğim halde bunları anlatmayı ilk defa sevgiyle anlattım, o yedi seriyi.

Oysa bir bitişti sevgi, yeşil damardan akan kanım, sonsuzluk değildi. Ölüm gibi soluk bir kırmızıydı. Kırmızı dedim de, damperli bir kamyon gürültüsü gibi hücre kapılarımı titretti. Tahammül edemediğini bildiğim dengesiz kahve karası gözler bu gece, bu yedi seriye dayandı. Kibarlık ve anlayış ya da saygıdan değildi. Hıım hımlı bakışlar. Garip bir tarih, benim kırmızı loncama yana yana girdi. Hazır ve cepten sarfedilen sözleri yoktu artık. Kalbime çektim onu, koşamayacağını bilmiyor daha.Fısıldamadım kulağına yaralarını yaralarıma katıp, onu tertemiz bir gökkuşağına boğduğum, TARihin OTlu bulvarında gümüş damlası aşkıma dair bir yazı işte =)=) ~:

Adına dâir üç çizgi (__ __ _)ikisi büyük biri küçük, özüne dâir iki çizgi(__ _)içine dâir (_) tek bir çizgi, yanında sonsuzluk işaretinin olduğu,sonsuza dek var olacağının göstergesi diye ! Çizginin yanında duruyor. Nergal’in sevgisiyle örülmüş, bir yılan bedenine dolanmış halde. Yılandan sebep; kendi güzelliğini göremeyen, o dokunulası teninin çıkardığı sesleri işitmeyen, duman rengi birkaç sevgi. Yanan şey önemli değil. Somut ya da soyut kırmızıdan başlanılabilir. Biteceği yeri belirsiz. Bitmeyen bir yangın, ağlarını kraliçelere ördüren, sevgisini mum sıcaklığına veren, sayılarla oynayıp, kelimeleri rakamlaştıran, harflerle kendine insan yaratan ve onları Nergal’in sevgiyle ördüğü yılanına hediye eden, kendime adadım başlığı altında. ~:

Buhur ve Benden

Şubat 18, 2010

Kör Gece

Gece karanlık, karanlık ise görülemeyeni ifade eden sıfat ekli bir kelimecik, elbette görülmeyeni görmek değildi maksadım, ne de olsa ondan gayrısını tanrı bilirdi, anladğım şeyler oldu. Uzay zamanının neden eğrildiğini Einstein süzgecinden geçirdim bu gece, ve zamanın bükülebildiğini anılara dalıp eski bir fotoğraftan öğrendim. Kara deliklerle dolu ömrümüzde bir kahkaha atan dostum karanlığın zulmünü yine yırttı. ARAKNA

Şubat 16, 2010

Diye !

Yorgunum diye ! Eğlencelik bahar tadında bir ruh esintisi diye ! Özlemek diye! en sevdiğin şehri anımsamak diye! Biri çıkar onu sana anımsatır diye ! İçim sızlar diye! Niye bana gelmedin ona gittin, kızdım diye ! Bu kadınlar da böyle dedi diye ! Sokaklarda beni arayacak, beni soluyacak diye! Anlamsız yargılarda bulundum diye! Koca bir gün daha devrildi diye ! Geyiklerimi sevdim diye! M’ anlamını yitirdi diye! Özledim diye! özlenmedim diye! Aldattım diye ! Ben çok sevmişim diye… Anaaa ömür bitmiş diye ! Bizim bir abi vardı asansöre bindi öldü diye! Çok orospusun diye ! Ben bu alemin ta amına koyayım diye! suya sabuna dokunmadan yaşadın diye ! Yol beni çağırıyor diye! Sen oku diye bu satırlar yazıldı. Öptüm diye ! =)=)=)=) jelibon_363472

Şubat 11, 2010

Birbirini Anlamak

İşitmek anlamak değildir diye bir ifade vardır ya, birden söylemek istediğime yakın bir cümle gibi geldi. Hangi karmaşık gel gitlerle oluşturulduğunu bilmediğimiz düşüncelerin, o sese bürülü tınısıyla ağızdan çıktığı ve işitme organımıza ulaştığı an var ya, nasıl bir çalışma prensibi olduğunu bilmediğim, fen bilgisi derslerinde anlatılan örs,üzengi, ve çekiç. Bunlar, en küçük kemiklermiş aynı zamanda. İşte, buraya ulaşınca karmaşık düşüncelerin sese bürülü hali, bu karmaşayı aklımız çözümleyemiyor sanırım. Anlamsızlık ve anlamazlık baş gösteriveriyor. Eteklerimizden dökülen sadece fikirler değil, takıntılarımız, kızgınlıklarımız, heveslerimiz, bilgiçlik taslamaya meyilli yanlarımız… ortaya çıktıkça birbirimizi anlamaz oluyoruz. Kendimizi anlama ya da anlamlandırma gayretinde olduğumuz söylenebilir. Ben+ci+L  20143_270244086512_149588846512_3840725_6568201_n

Şubat 08, 2010

Salvador Dali

A’yı bulmak

A=ilk A=güç A=sertlik A=Zavallı p’nin yere serilişi A=Kudret A= görkemli

A=pratik A=arayıp da bulamadığımız A=beyinsiz A=seksi A=kıllı A=kür A=bud A=elvan A=şoven A=harf A=B’nin dudaklarından dökülen en anlamlı ses A= hiçlik A= ten uyumu

Ve bu lanet şey bir kolyenin ucuna takabilmek için arandı ve bulunamadı. =)=)=)=)

Kara Rıhtım

Bir kaşık tınlamasından sonra, dolu dolu yağmurun toprakla sevişip gökkuşağına haykırdığı çelişik bir gün geçirmişim. Biraz da sıkılmışım. Fotoğrafçıda bastırdığım bir tomar bebek fotoğrafı, astım ilaçları, alfabenin renkleriyle bezeli bir kaç küçük isim halkası elimde, bu hediyelere uygun bir zincir bulma telaşım, zamanın kumunu süzüverdi. Gün kocadı, güneş elveda dedi içime üflediği huzur nefesiyle. Kıymetli ve eğlenceli dostlar için birşeyler satın aldığım güzel geçen günüm ve her zaman olduğu gibi Müren’e hayıflanışım.

Şubat 07, 2010

Kara Güneş. Geçtiklerimiz…

Kalabalığın odunsu yoğunluğu içinde düşüncelerimi yaprak yapıp yeşerircesine ilerlerken araya giren kurtçuklar gibi sallanan tuhaf varlıkların arasından sıza sıza yollardan yürümeye çalıştım. Yağmur gibi yağan düşüncelerin zihnimdeki kuraklığı ne denli verimli hale getirdiğini düşünürken kara bir güneşin göğümde yükselmesiyle suların donduğunu anladım. Suda temizlemezdim ben kendimi, suya dökerdim kelimelerimi, suyu başka kullanırdım, karanlık güneş çırpınıyormuş gibi üstüme düşercesine zihnime girince bir kez olsun deneyeyim dedim suda temizlenmeyi. Günahlarımı aldım çim yeşili duvarlarımdan, aralarına sevaplarım da karışmış ve kara güneş suyunda bir bir yıkadım onları, siyahın zifiri hali gibi parladılar, günah diyemedim sevaptan öte bir hal aldılar. Yukarı, başımın üstüne koyup da taşımak istedim onları, çim yeşili duvarlarıma koymak anlamsızdı artık, duvarı yıkasım geldi çirkinliğinden dolayı. Yeni bir güzellikti bu, tertemizdiler günahlarım, kara güneşte yıkandılar, onun izlerini taşıyorlar onun sıcaklığını buz gibi hissettirerek yakıyorlar. Bir alev gibi etrafıma astım onları, ısıtmıyorlardı beni, soğuk halleri içimi donduruyordu, sevgiye başka anlam katıyorlardı, bana başka, kara güneşe başka.

The_Nemesis_Of_Night_Tree_by_IMustBeDead

Ona armağan etmek istedim ama biliyordum kabul etmeyeceğini, anlattım sadece, anlatmakla yetindim, yitirdiklerim arasından eleyerek seçtiğim günahlarımın ne denli saf ve kirlenmemiş olduklarından bahsettim. Kar güneş ilk seferde kulak kesilmedi bana, inanmadı, yalanladı. Susmadım, devamı daha da hoşuna gidecektir diye anlattım durdum. Günlerin nasıl geçtiği belli değildi ne de olsa, ne ara gündüz ne ara gece önemli değildi, kara güneş gelmişti, zaman onun ellerinde sıkışmıştı. Önemsediklerim başkaydı benim, onunkiler bambaşka. Kara güneş de biliyordu tüm bunları ama inanmıyordu ya bana, göstererek yaşadım huzurunda anlattıklarımı. Tekerrür cisme büründü, kara güneşe sundu kendini, karanlığına gömülmeden son kez gözlerini dikip baktı güneşe, kara güneş sustu, utandı, utanmasa kızaracaktı ama gururu vardı, belli etmeden gizledi, gizledi gizlemesine ama ben anladım, o başka ormanların üstündeki damlalarla uğraşırken ben onu gözetledim, onu okudum durduğum yerde, gökte olması zorlaştırmış olsa da isteyince yapılabileceğini biliyordum, istedim zorluklarının kağıt kesiği acısını ölü insan acısıyla harmanlanarak bilinmesini, ben öyle bildim, kendimindi sanki o acılar, öyle istedim, öyle yaşadım. Kara güneş fark etmeden ben onun içine işledim. Başka damlaların buğulu perdelerini aralamaya çalışırken inceden kazıdım onu içime, onun özüne de birkaç tohum attım o bilmeden, ne tohumu olduğunu söylemedim ona, hala bilmez belki de. O koca duvarlarını aştım, yıkmadan geçtim, dizlerimde kandan izler, avuçlarımda donmuş kanlarla dikenli yollarından geçerek attım o tohumları, o görmesin diye uykusunu gözledim. Ara ara kendi gözlerim kapandı o açtı, onunkiler kapanınca ben araladım. Tekerrür son kez gözlerini dikip baktı kara güneşe. Kara güneş utandı, bana inanmamıştı ama ben ona yalandan anlatmamıştım, görünce anlamıştım bende başka bir hayat alacağını o bilmeden ben bilmiştim. Ondan önce kazıdım ben günahlarımı toprağa, önce tekerrür cisim buldu, sonra kara güneş cismini bana bürüdü ben kara güneşe. Karşıdan bakılınca karıştık, karmaşıklaştık biz ama içimizde bütün dengelerimizi biliyoruz kara güneşle. Tüm köklerin nereye nereden bağlı olduğunu biliyoruz, günahların üstüne ekili olduğu toprağın altındaki kökler görünmezler, biz görüyoruz ve nereden başlayıp nerede bittiğini kendimiz kadar iyi biliyoruz, günahlarımız kadar iyi tanıyoruz.

Kara güneş bende cisim buldu, hangimiz kara hangimiz güneş bilmeden birbirimize dolandık biz, o inanmamışken kazımaya başladım ben, inanınca kazınma başka anlam buldu, tekerrür başka bir cisme büründü…

Buhur’dan Hüseyin’e 07/02/2010 02.56

Şubat 01, 2010

Mi Estrella Blanca

Bir Bulut Diye..

(Bir ezel, bir ebed )

Görülmemiş kavgaların kan kokusundan geçilmez yollarında, bir bulut diye inlerken toprak, bir damla suyun şefkatine kandı. Kan aktı, toprak küstü. Kurşun askerler tetikte parmak alıştırması yaptı. İnsancıklar, kaos ve panik içerisinde…Kırk yıl sonra döner mi devran… ?

Gel de Hâlide Edip’e hak verme; “Hükümetler düşmanımız, milletler dostumuzdur.” 

Ocak 28, 2010

yirmisekiz

Yedi’de takıldım kaldım. Ağır aksak adımlar attım. Aklım başıma gelir dedim. Bu düzensizlik benden peydah olmamışken daha, on iki’de yeni bir adım, yeni bir soluk. Buhurlu masallar anlattım kendime, tebeşir atışındaki isabet yeteneği bende durdu bir süre, on beş’te, on ikiden getirdiklerim de vardı yanımda, yeni mırıltılar da vardı. Hiç bilmemişken kendi varlığımın anlamını ve nedenini. Acı bir solukla, yeni bir mutlulukla gelen on sekizin tıkırtılarıydı. Ayağım yeri gıdıkladı ve genetik bölünme gerçekleşti. Kalyanamkara ve Papamkara oldum bir süre. Yeni masallar öğrendim. Hem de göç eden masallar, öyle ki Hindistandan çıkıp, korkunç İvan’ın sandalına binip, Grimm KArdeşlere fısıldanmış, hayatın anlamı budur! Saygı duy köpek ! dercesine.

Ben bölündüm. 27732_701_122_1185lo

Tornaya girmemiş direklerin ayakta tuttuğu görkemli kalelerin saray diye yutturulduğu diyarları sezdim. Ne diyordu Ziya ! Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler kâşâneler gördüm. Dolaştım mülk-i islâmı hep vîraneler gördüm. Yirmi iki geldi.  Ruh üşüdü, ben yandım. Çilekli dedi yandım. Gömleğimden aldığım cesaret dedi taptım. Yaseminler tüter mi hala dedim. Sustu. Ve adam sustu. Böyle de anlatılmazdı ya bu! Zîra bağlaçla cümle başlamaz derlerdi hep. Yirmi üç geldi, ömrümün en aşağılık yılı, Ruh üşüdü. Kimse bilmez, kimse anlamaz dedim ya bir kere. Ortalarda hala geçmedi bu yirmi üç, tenlerin seçimine yenik düştü. Yeni dostluklar, yeni hayatlar keşfetme çabası, evrilip gidiyor hayat işte, artık hatırlamıyorum seni. Bir kadın, bir erkek ve bir erkek daha, toplumsal günahımızın iç sızıltısı, yirmibeşin penceresinden yirmisekizin sonuna methiyeler düzmek var amma! Ve ruh üşümesi… koynumda bir Lut’un oğlu, merak etme hâla Tanrı benimle.

Yirmi altıda düştü aklıma, geçen günahların muhakemesi, suç ve ceza’yı yeniden okumak gibi birşey. Savunma yok ! Yakarış yok ! Yağmurları senin üstüne yağdıran Tanrı kadar pişmanım şimdi. Bilemezdim, bilemezdi.

Ocak 23, 2010

Buralar

Mage%20attacked%20by%20vampire%20bats%20wallpaper

Sessizdir buralar. Bazen uğultulu bir atmaca gibi rüzgârın kenetlediği dal çatırtılarının senfonik makamı kulağıma çalınırken beklenmedik bir anda haykıran bir baykuş rahatımı bozabilir. Yazılar, kitaplar arasında yoğuşmak en çok bu mevsimde güzel galiba, doğaya karışmak, kırlara koşmak, asırlık bir çınarın altında baharın demli çayını yudumlamadan atılan her adım, daha bir güzel. Ama yine de hasretim temmuza, kırk yıl sonra döner mi devran acaba ?

Ocak 21, 2010

Tanrı(M)

ııDSCN0782
Çok uzun yollardan geçmiş, derin çukurlardan yüzeye varmış gibi hissediyorum. Ömrümün çeyrek yaşında, sisli bulvarlarda için için yandığım günleri hatırlıyorum. Neydi o ! Taş kesilen buz kırağı ellerimin donukluğu, dokunsaydı ya sana doya doya, olmuyordu. Olamıyordu. Erişemiyordum. Tanrının perdesinin indiği andır bu zaman...

Tanrı(M)ın Kudretine Methiye

                                       Dillendi mi hayran bırakır sözlerin

                                       Sen, iki arada bir derede 

                                       Fındıkkıran!

                                       Ciğerini bilirim senin sahte yılan.

                                       Canımı yaktın diyemem !

                                       Kanımı içtin diyemem !

                                       Yasaksızlığın sırrına varmışım

                                       Sevdanın beslediği bir göğüs tahtasında...

                                       Sana kin duymak mı olur

                                       Olsa olsa kendine benzetirsin beni de

                                       Kibirli, mazlum görünen bir diken 

                                       Ve ben sırrına varmışım yunusun; dudaklarımın

                                       dudaklarına değdiği kıvrımlı çizgide

                                       uçuverir ruhum, denizin tabiatıyla 

                                       bir köpük, bir dudak, bir de 

                                       salkım saçak bir tanrı...benim tanrım!

                                       benim tanrım, tanrım benim

                                       senin tanrın, tanrın senin !

                                       O zaman...

                                       Zavallı ve umarsız bir kayıkçının zayıf ve

                                       kirli elleri tıkayacaksa pamuğu bir tarafıma 

                                       kahve karası gözlerime boşuna bakacaklar

                                       Nafile, geç kaldın, alamazsın beni...

                                       Öylelerin öğlesinde,zamanın gerisinde

                                       Temmuz ile İnannanın firkatinde düştüm eline

                                       Geç Kaldın, aşk çabuk geldi...

24.11.2009- Herkes derin bir uykuda,bu yürek top tüfek savaşta. 03:11

Powered By Blogger

İzleyiciler

About Me

Fotoğrafım
Türkiye
Bir Tutku oyunudur hayat, çelişkiler sarmalında... Ben Çocuktum, kanatlandım. Ben çocuktum kırıldım da iyileştim. Hatta! Ben boğaziçinde akıntısız bir vapurdaydım, simurglar kanat çırpardı içimde. Tanrı ile tavla oynamışlığım vardı. Ben eskidendim. Ben yenidendim, Hışırtılı bir yansımaydım gönüllerde, bütün süprüntülerime selamlar...

About me



Kurcala